Simona Vidmar / Derya Yücel

Akbank Sanat Beyoğlu, İstanbul  
24 Haziran - 31 Temmuz 2009

İstanbul’dan genç sanatçı Reysi Kamhi, iki küçük eskiz defterinde arkadaşlarının Facebook’taki hallerinin tasvirini sunuyor. Renkli, figüratif desen ve çizimlerin olduğu ‘Albüm’ isimli çalışmada dijital olan yine taktik haline dönüşüyor ve izleyici, tersine çevrilmiş bir durumla karşı karşıya kalıyor. İnternetin özel-kamusal çizgilerinin bulanıklaştığı alandan, sanatçının defterine aktarılan şey sadece izlenimler oluyor. Fakat bu suretler, medyanın sosyopolitik dünyasından çıktıklarında sanatçıya kendi gerçekliğinin portreleri olarak geri dönüyor.

Burcu Yağcıoğlu ‘Seni Yutardım’ isimli video çalışmasında, genç bir kadının, kendi yüzünü ve saçını kullanarak örtünmesini gösteriyor. Sanatçıların jeopolitik olarak yaftalanmasını ve güncel sanat pazarının beklenen egzotizmlerini yansıtan yavaş ve sessiz video, ‘örtünme’ eyleminin gerçek ya da hayali ‘öteki’ kavramı ile olan ilişkisini sorguluyor.

Sergiye Mersin’den katılan Güven Bozkurt, siyaz beyaz video portrelerinden oluşan ‘Eyle’ isimli çalışmasında, sadece yükselen sigara dumanının ve ızgara buharının hareket ve zamanı ele verdiği yaşam fotoğrafları üretiyor. Video, kameranın objektifine hareketsizce anlık görüntülerini sunan portreleri ve portrelerin taşıdığı toplumsal ruh hallerini şiirsel bir anlatımla izleyiciye sunuyor. izleyici, durağanlığın yaratttığı kaygısız, anlamsız bir yaşam kesitine tanıklık ediyor.

Diğer bir ağır çekim görüntü de bu defa oldukça estetik bir biçimde ve hipergerçekçi bir yaklaşımla yaratılmış üç boyutlu animasyon çalışma ‘michael 4.0 / damnedface’ de karşımıza çıkıyor. Yağız Özgen, Barok resmin ışık anlayışı ile yorumladığı yapay izlenim bilgisayar animasyonunda, izole edilmiş genç bir erkek portresinin iyiden kötüye doğru yaklaşık 3 dakika süren gizli ruhsal dönüşümünü gösteriyor.

Fırat Bingöl ve Tuncay Murat Atal’a ait diğer iki video işi de gayet basit, absürd ve rahatlatıcı derecede mizahlı hikayelerini anlatmak için yine oto-portreyi kullanıyor.

Fırat Bingöl’ün, ‘Elektrikli Süpürge’ isimli videosunda, sorgulama yöntemlerinin gülünç alegorisi izleniyor. Ekranda, yıkık dökük bir duvarın önünde oturan genç bir adam sıkıntılı bir şekilde Kürtçe mırıldanarak hayat hikayesini anlatmaya çalışıyor. Ama her defasında, ekrana giren elektrikli süpürgenin metal borusu gürültülü biçimde bu konuşmayı yarıda kesiyor. Sanki kafasının içini de silip süpüren güçlü vakum sesi ve şiddetlenen hareketle gerilim gitgide artıyor ve adam avazı çıktığı kadar bağırarak konuşmaya çalışıyor. Adam her ne kadar kendini tekrar ifade etmeye çalışsa da başaramıyor çünkü film boyunca yalnızca ismini, doğduğu yeri ve yılı söyleyebiliyor.

Tuncay Murat Atal, iki kare fotoğrafla üretilmiş ‘Dali ile Monolog’ isimli video çalışması ile sergide izleniyor. İki farklı fotoğraf karesinin sürekli birbiri ardına tekrarlanarak hareketli görüntü elde edilmiş olan çalışmada, Salvador Dali’nin düzenlediği müzikal kompozisyon fon olarak kullanılıyor. Videoda görünen figür, oturduğu çalışma masası, masanın üzerinde duran saati, sürekli olarak sayfalarını çevirdiği kitabı ve yanan sigarası ile arketipal varoluşsal bunaltı içindeki eski moda sanatçıyı tasvir ediyor.

Bu gruba dahil olarak sayabileceğimiz son sanatçı her biri kayıp bir parçaya sahip 29 dikdörtgen resimden oluşan “arka-portreler”iyle Songül Sönmez. Sanatçı, tuval enstalasyonunda yer alan her bir portrede, gerçekte yüzleri göstermeyerek ve özellikle hiçbir şeyi sunmayarak aşikar olanın sorgulanması arzusunu ifade ediyor.

Sergideki diğer bir grup sanatçıyı, onları izleyen insanlar ve tanımlayan mekanlarla bağlantılandırabiliriz.

Sergiye İzmir’den katılan Emre Meydan, karakter bakımından benzer resimler dizisi ortaya koyuyor. Genç sanatçı, boş bir öğrenci atölyesini 7 resimden oluşmuş bir poliptik düzenleme ile sunuyor. Burada da klasik poliptik resimde olduğu gibi ana konu orta resimde yer alan sanatçının kendi masa-sandalyesi ve malzemeleri. Zamansız ve insansızlaştırılmış panoramik mekan, samimi ve her nasılsa dayanılmaz biçimde pasif görünüyor.

Seyit Mehmet Buçukoğlu’nun ‘koridor’ isimli resminde güçlükle seçilebilen iç mekanın kırmızı renk tarafından körleştirildiği boş bir mekan sunulmakta. Resim, özel alanın mahremiyetini, tekinsiz bir boşluğa dönüştürürken, kırmızının ağırlığı, orada bir uyarı ve soru işareti olarak duruyor. Sanatçının resimlerinde işaret ettiği ‘Oda’ kavramı; hayaletimsi mekanlar ve kırmızı bir fon ile iç içe girmiş, iktidar, varlık, yalnızlık, doğum, ölüm, hesaplaşma vb. kavramları da beraberinde getiriyor.

Mekan/insan problemini ele alan diğer bir sanatçı da Hüseyin Rüstemoğlu’u. ‘Boşluk’ isimli triptik çalışmada, tuvalin kendi beyaz alanı resimsel mekanı oluşturmakta. Kimliksiz mekan ve figürleri düşsel bir kompozisyonla birleştiren sanatçı, resimsel mekanın sınırlarından beyazın sonsuz boşluğu ile taşıyor. Rengin değil, siyah ve grinin lekesel yoğunluğu ön planda tutulan resimlerde, boşluğa dönüşen mekanı tamamlamak ise izleyiciye bırakılıyor.

Bahar Oganer’in ‘Kuşlar’ında, mekan silinmiş, figür ise belli belirsizdir. İlk bakışta resimde hakimiyetini kuran motif baskın biçimde öne çıksa da, kuşlar ve kadın figürlerinin gölge-silüetileri motifle kaynaşarak kendini belli ediyor. Mekan ve figürün geri çekildiği etkili soyutlama, izleyiciyi resmin içinde salınmaya davet ediyor.

Aynalama, simetri ve sonsuz tekrarı, izleyicinin algısını zorlamak amacıyla kullanan Öner Özlü, video çalışmasında kaleydeskopa benzeyen hareketli görüntüler kullanıyor. Galeri mekanında, tavandan yere yansıtılan görüntüde, insanların kitlesel-tüketici mekanlardaki hareketlerinin örüntüleri kuşbakışı olarak izleniyor. Sanatçı, saniyede 1200 kareden oluşan hareketli görüntüde, yenilenme ve dönüşümle, tekrarlarla, tahmin edilemeyen sonuçlarla, algıya yeni süprizler sunuyor.

Ve son olarak genç sanatçı Fulden Aran bizi, kapalı bir toplumun boş zamanlarda bir araya geldiği başka bir “sanal” dünyaya götürüyor. Farklı ebatlardaki üç resim, elitist boş zaman etkinliği olan ‘golf’ü konu ediniyor. Bu çalışmalarda mekanlar, figürler, kimlikler oldukça açık hatta birer anı fotoğrafı gibi izleyiciyi karşılıyor. Sanatçının, ‘Golf’ serisi, kendi kendine yetenin paralel varoluşuna zararsız bir bakış gibi görünüyor.

Sergideki tek fotoğraf işi Murat Sezer’in siyah beyaz fotoğraf serisi; Sanatçı, fotoğrafı en ilksel işlevi için, varoluşu belgelemek amacıyla kullanıyor gibi görünse de, bozulmanın güzelliği ve geçmişin hikayeleri yalnızca belgeler ya da araştırma materyalleri olarak değil bir metafor olarak beliriyor . Bir tren yolu, bir istasyon, bir durak, bir bilet, küçük bir ev, bir elektrik direği, bir çiçek, bir ağaç, bir insan... Varoluşsal sorunsal, seyahat, yolculuk, yer değiştirme eylemlerinden, evrendeki kaostan kaçış ise bavul imgesinden yansıyor...

Araçları bu defa daha deneysel ve daha az “uygun” bir biçimde inceleyen diğer genç sanatçılar Fırat Neziroğlu ve Ardan Özmenoğlu. Sanatçıların kullandığı malzemeler -el dokuması kilim ve kürdanlar- gelenek/geçmiş ve güncel/sıradanı simgelemektedir. Çalışmalar, biri anlaşılması güç, diğeri rafine yeni bir bağlama aktarıldıklarında anlam ve izdüşümlerin çoklu katmanlarıyla oynarlar.

Fırat Neziroğlu, işeyen bir oğlan çocuğunun bayağı görüntüsünü gerçek ölçüdeki bir portreyle tasvir ediyor. Geleneksel el dokuması yöntemi ile uygulanan kilim, mütevazi gibi görünse de steril bir galeri mekanda oldukça meydan okuyucu hale geliyor. Bedensel rahatlama, ihtiyaç giderme eylemi, elitist ve seçkin sanatın sembolü beyaz kübün içinde eleştirel bir hal alırken hayat/sanat, içerisi/dışarısı ayrımlarını ortadan kaldırıyor.

Kürdanların dalgalanan bir halı gibi biçimlendiği “Tootpicked”de Ardan Özmenoğlu, günlük hayatta kullandığımız materyallerin anlatısallıkla nasıl beden bulduğuna işaret ediyor. Yalın ve basit tasvir, doku/yüzey, form/biçim, anlatılmak istenileni biçimsel bir zerafetle gerçekleştiriyor. Yerleştirme, hızlı ve basit ilişkisel açılımlarıyla güncel olana denk düşerken mekan olgusunu gözden çıkarmadan algılama ve algılatma üzerinden izleyiciyle yoğunlaştırılmış bir iletişim kuruyor.

İşlerin sıralanmasını, “ironik” olarak özetlenebilecek dört çalışma ile sonlandırabiliriz, bu işler form, araç ve bağlam olarak oldukça farklı olmakla birlikte hepsi de amaçlarının mesajını ortaya koymak için eleştirel mizah dilini kullanmakta.

Yasemin Şaşmazer sergiye, boyu küçük bir oğlan çocuğunun boyu olacak şekilde kısaltılmış ve içinde bulunduğumuz bağlamdan kendini uzaklaştıracak bir mekan yaratmak amacıyla utanmaz bir biçimde parmağını göstererek gülen bir adamın heykeli ile katılıyor. İnsan varlığının iyi/kötü, aydınlık/karanlık yanlarını çocuk bedeni üzerinden inşa eden sanatçı, izleyeni rahatsız edecek şekilde manipüle edilmiş çocuk bedeni ile bir taraftan biyolojik bir dönem olan çocukluktan bahsederken, diğer taraftan da insanoğlunun ilkel benliğine işaret ediyor. Heykelin çocuk mu yetişkin mi kestiremediğimiz ara bir boyutta yer alan bozuk proporsiyonu ile bu rahatsızlık verici nitelik gittikçe artıyor.

İrem Tok’un mütevazi ve samimi minyatür enstalasyonunda, tehlikeli bir uçurum haline getirilmiş eski basım Almanca-Türkçe bir sözlük ve içinde karşı tarafa geçmeye çalışan bir adam görülür. Bu figür iki dil/ulus arasındaki uçurumu maceralı bir şekilde ince bir köprü üzerinde geçmektedir; neredeyse imkansız bir iş olsa da görünürde bir kolaylık ve hoşnutluk belirtisi vardır. Sanatçı, dilin sınırları ile coğrafi sınırları simgesel bir düzlemde kurgulamaya girişir.

Mehmet Öğüt, ‘Black Cube’ isimli serisinden üç kısa video ile sergiye katıldı. Çeşitli performanslar, eskizler sunan bu işlerde her türlü otorite, yıkıcılığa tanıklık etmeyi içeren görece kolay bir yolla sorgulanmakta. Malzeme edindiği konuları, beyaz küp olarak bilinen sergi mekanından kopartıp küçük bir monitör ekranına taşıyan ‘Siyah Küp’, devlet, gelenek, sanat pazarı otoritelerini ironik ama çekişmeli bir gerginlikte eleştiriyor.

Ali İbrahim Öcal’a ait olan son iş, müzik videosuna benzeyen kısa bir bilgisayar animasyonu. Videoda, oryantal bir melodiyle dans eder gibi hareketlenen Türk bayrağı ilgi çekici bir biçimde baştan çıkarıcı görünür. Belirsizliğin yarattığı nevrozlar; toplumsal olayların oluşturduğu travmalar, yaptırımlar gibi küresel sıkıntılara bir temsil nesnesi üzerinden yapılan gönderme, işin temel kavramsalını oluşturuyor. Videoda, siyasi iktidar ve ön yargı, argo denilebilecek bir üslupla, mizahi olarak sorgulanıyor.

Günümüz sanatı, genç kuşakta yüksek gerilimli bir varoluş durumunu beslerken, bizi yeni bir düşünme tarzının gerekli olduğunu fark etmeye zorluyor. Sanat, tekdüze olmayan, toplumsal olayları tekrar tekrar ele alan, değerlendiren, düzeltme olasılığına açık bir düşünme tarzını besliyor. Katılımcılık ve geçişlilik, güncel sanatın özelliği ise 28. Günümüz Sanatçıları Sergisi’nde yer alan sanatçılar da algısal, deneysel, eleştirel ve katılımcı modeller önermeye girişiyor.

Sanatçılar: Fulden Aran, Tuncay Murat Atal, Fırat Bingöl, Güven Bozkurt, Seyit Mehmet Buçukoğlu, Reysi Kahmi, Emre Meydan, Fırat Neziroğlu, Bahar Oganer, Ali İbrahim Öcal, Mehmet Öğüt, Yağız Özgen, Öner Özlü, Ardan Özmenoğlu, Hüseyin Rüstemoğlu, Murat Sezer, Songül Sönmez, Yaşam Şaşmazer, İrem Tok ve Burcu Yağcıoğlu.

Resim ve Heykel Müzeleri Derneği tarafından, Akbank Sanat’ın desteğiyle düzenlenen Günümüz Sanatçıları İstanbul Sergilerinin 28’ncisi 24 Haziran – 31 Temmuz 2009 tarihlerinde Akbank Sanat’ta izlendi.

Genç sanata sahip çıkma, Türkiye’li güncel sanatçıları destekleme geleneğini çeyrek asırdan fazladır sürdüren karma serginin küratörlüğünü Derya Yücel ve Simona Vidmar üstlendi.

28. Günümüz Sanatçıları İstanbul Sergisi’ne yaklaşık 240 kişi başvurdu. Küratörler tarafından değerlendirilen eserler içinden toplam 20 sanatçının eseri sergilenmeye uygun görüldü. Sergi küratörleri, “28. İstanbul Günümüz Sanatçıları Sergisi 20 sanatçının 30’dan fazla işini dinamik bir görsel karşılaşmada bir araya getirmektedir; bazen verimli bir biraradalık bazen de keskin bir zıtlık olarak. Seçimle birlikte ortaya konulan ve eser sahiplerinin neredeyse yarısını muğlak bir biçimde bağlayan en çok rağbet gören motiflerden biri hareketli görüntülerle tasvir edilen, bir sembol olarak kullanılan, vücudun duruşunun başkalaştırıldığı, gülünç ya da donuk, daimi bir motif olan portre/otoportredir” yorumunu yapıyorlar.

Resim ve Heykel Müzeleri Derneği, yeni işleri ve yaratıcılarını ortaya çıkarmak, Türk güncel görsel kültürü adına bir platform ortaya koymak adına çağdaş ve genç sanatçılara Günümüz Sanatçıları Sergisi'ne katılım çağrısında bulunuyor. Resim ve Heykel Müzeleri Derneği tarafından 28 yıldır aralıksız düzenlenen, kendi alanında artık klasikleşmiş olan Günümüz Sanatçıları Sergisi, çeyrek yüzyılı geride bıraktı. Sergiye; başlangıcından bu güne, toplam 2366 genç ve profesyonel sanatçı, 4382 adet iş ile katıldı. Her yıl yenilenen seçici kurulların özenli çalışmaları sonucu, yaklaşık 1069 sanatçının 1241 eseri sergilendi.