SEZA PAKER & DERYA YÜCEL

Nisan 2006, İstanbul
 
SEZA PAKER’LE YAPITLARININ BELLEĞİNE İLİŞKİN BİR SOHBET...
 
Derya Yücel: 17 Mayıs’tan itibaren son dönem üretimlerinizi Galerist’te izleyeceğiz. Aslında bugünlerde hala inşa halinde olsada serginizin çıkış noktalarından hatta ilk önce isminden başlayalım dilerseniz.
 
Seza Paker: Elbette, başlık özellikle bu sergimde oldukça  önem taşıyor. Serginin ismi ‘Untitled / How Are You?’, aslında ingilizcede tek bir biçimde yani aynı cümleyle sorulan bir soru bu. Çelişki daha burada başlıyor çünkü bizim dilimizde ‘nasılsın?’ demenin çok fazla yolu var. Aslında  bu soru insanın bir anda kendini sorgulamasına yol açıyor. İzleyicinin kendini yapıtla ve mekanla ilişki içindeyken sorgulamasını da istedim. Yani, birçok açıdan bakabiliriz bu soruya.
 
DY: Siz izleyiciye ‘nasılsın’ dediğinizde, bir anda izleyici ben nasılım’ı sorgulayacak aslında. Ben, şu anda ve burada nasılım? Burada duruyorken, buna bakarken ‘nasılım?’..
 
SP: Bu noktada da izleyicinin tepkisi refleksif bir yansıma oluşturacak. Bu sorunun benim tüm çalışmalarımı biraraya getirecek bir etkisinin olacağını düşünüyorum. Bana göre, hemen her yapıtımla değişken de olsa bir bağ kuruyor bu soru.
 
DY: Ve bu soruyu son olarak da Galerist’te yine soracaksınız. Aslında İstanbul’da çok uzun süre kalmıyorsunuz. Bildiğim kadarıyla kısa bir süre sonra tekrar Paris’e geri döneceksiniz. Belki de serginin hazırlığı siz yokken de devam ediyor olacak. Tek tek işler üzerinden olmasa da, bu serginin hazırlığından bahseder misiniz? Serginin temel yapısını nasıl kurdunuz?
 
SP: Aslında, daha önce gerçekleştirdiğim bazı çalışmalarım da olacak sergide. Plan I ve Plan II’nin devamı niteliğinde yine benzer bir fotoğraf dizisi gösterilecek. Ayrıca bazı desenlerim ve bunları fotoğraflarla birleştirerek oluşturduğum çalışmalarım. Serginin inşası bu yönde sürüyor. Birde malzeme değişikliği izlenebilecek. Plan I ve II’de yaptığım kişisel karşılaşmalar burada biraz daha mimari bir inşaatla birleşecek. Ben, 1920’ler ve modernizm üzerine çalışıyorum aslında. Daha önceki işlerimde de, bu  hep vardı. Göndermelerimde Malevitch’i, Morandi’yi bulabilirsiniz, baktığınızda işlerimde. Bu kez Corbusier’le bir bağ olacak.
2003 yılında Proje 4L’de, Ali Akay’ın küratörlüğünü yaptığı ‘Arada’ isimli sergide bir çalışmam vardı. Robert Walser  isimli bir yazar üzerine yaptığım bu çalışmada bir büro enstalasyonu kurgulamıştım. Mimari bir enstalasyondu bu; ama yine modernizmden yola çıkarak bugünün çok sesli ve aynı andalık dünyasında, film, diaporama ve bilboard kullanarak bir mekana yerleştirme gerçekleştirmişim. Bu, 2006’daki yeni sergide de daha çok Corbusier’nin kısıtlı paletiyle, renklerden, biçimlerden yola çıkıyorum.
 
DY: Plan I ve II’nin devamı niteliğindeki fotoğraflarınız dışında mimari bir yerleştirmede olacak bu sergide. Aslında fotoğraflarınızda da mekanla ilgili sözleriniz hep var. Ama bu sergide mekan üzerine olan sözlerinizi daha fazla hissedeceğiz sanırım, çünkü kurguladığınız bu mekana izleyici de içinden dahil olabilecek bu kez. Peki, kurguladığınız bu yapının Corbusier’le olan bağlarını biraz daha açalım isterseniz?
 
SP: Daha çok onun sert duruşu, kullandığı paletin değerleri ve o palete olan bağı, onun kendine özgü sanatçı yanı ve tüm bunları nasıl bir yapıda sunduğu söz konusu. Mimar olarak kimliği değil.  Onun iç çelişkilerinin getirebileceği bir bağdan sözedebilirim.
 
DY: Evet. Corbusier’in kendine özgü bir sertliği vardır aslında. İdealist bir yanı da.  Her zaman iki ayağı yere basan bir gerçekçi olarak bahsedilir ondan. Diğer yandan yapıtlarını bir bütün içinde göremezseniz, yazdıkları ile yaptıkları arasında ilişki kurmak oldukça zordur. ‘İç çelişkisi’ dediğiniz noktada buda öne çıkabiliyor sanırım. Modernizm’de böyle değil mi?
 
SP: Evet. Aynen öyle. Ama bunu, bugüne getirmek, bugüne bağlamak önemli elbette. Bu sergide de onun kimliği, düşüncesi veya malzemesinden çok, kurgulama mantığı üzerinden bugüne dair birşey söylemek istedim.
 
Daha önceki çalışmalarımda da görülebileceği gibi, enstalasyonlarımı serbest bırakıyorum ben. Değişken enstalasyon diyorum onlara. Hiçbir zaman bağlı tutmuyorum onları, oldukları gibi kalmıyorlar. İstendiğinde parçalanabiliyor, değişebiliyorlar. Bir mekan içinde sabit kalmıyorlar hiç. Ancak, yerleştirmelerin fotoğrafları, yani dokümentasyonu kalıyor geriye. İz olarak kalıyorlar ve iz belleğini taşıyorlar
 
DY: Aslında bu tavrınızda Corbusier’le bağlar kuruyor. O’da çevresini özümlerken, bir yerde kullanılan bir şeyin başka bir yerde kullanılmak üzere nasıl değişikliğe uğratılabileceğini araştırır. Sizin de yaptığınız gibi. Bunun sonucunda malzeme değişir ama değişirken de yeni bir kimlik kazanır. Fotoğraf çalışmalarınızda da izlenebiliyor bu durum sanırım. Biraz onlardan bahsedelim isterseniz. Galerist’teki sergide de fotoğraf çalışmalarınız olacak. Yine iç mekan görüntüleri mi bunlar?
 
SP: Hayır. Sadece iç mekan değil çeşitli fotoğraflarım olacak sergide. Aslında neredeyse son yirmi yıldır görüntülediğim anlar olacak. Genel olarak zaten bunların mekanla ilişkileri var, temelde. Fotoğraflarımda bir şeyi gösterirken onun çok daha detaylarında mekan hep var. Örneğin bir fotoğrafı gösterirken bazen onun içinde gezdirebiliyorum izleyiciyi. Durağan bir görüntü birden hareketlenerek sanki bir odanın içindeymiş gibi hissettirebiliyor. Bazende bunun tam tersini yapıyorum. Çektiğim bir film izlenirken birden içinde bir görüntü sabitlenebiliyor. Hareketsizleşerek bir fotoğrafa dönüşebiliyor.
 
DY: Filmin içinden bir karenin fotoğrafa dönüşmesi anlaşılabilir bir durumu yakalasa da bir fotoğrafın hareket etmesi biraz daha karmaşık bir okumayı gerektiriyor sanırım. Çünkü hep fotoğrafın özel bir anlamı vardır. Hep zamanın belli bir kesitisi olarak öne çıkar ve o zamanın yani o anın kanıtı olarak anlamlanır. Ama, sizin yaptığınız gibi, hareket edip izleyiciyi içinde gezdirmeye başladığında aslında kendi zamanından da çıkıyor fotoğraf.
 
SP: Evet. Zamanı şaşırtıyor tabii. O anı, şimdiye getiriyor bir bakıma. Bazı çalışmalarım ise fotoğrafın fotoğrafları olabiliyor. O zaman da başka bir süreç çıkıyor ortaya. Varolan bir fotoğrafa tekrar bakmak gibi... Böylece farklı zaman katmanları da yer değiştiriyor.  Fotoğraflarımın bazıları enstantane, bazıları çalışılmış fotoğraflar, bazıları da kompozisyon yani kurgu fotoğraflar ama beni ilgilendiren onların akışı. Çünkü bu akışta farklı süreçler birbirlerini yakalayabiliyor.
 
DY: Evet. Tek tek işler üzerinden değilse de serginin genelini tanımlayan önemli bir sohbet oldu sanırım. Çünkü bir sergide izleyici için zor olan dışarıdan bakabilerek genel yapıyı görebilmek bence. Serginin içinde ilgiyi kendinde toplayacak birçok şey varsa, serginin genelinden uzaklaşma tehlikesi doğuyor. Çünkü böyle bir serginin, tamamında söylenen bir söz vardır hep. Ancak serginin bir bütün olarak söylemine hakim olduğunuzda yapıtlarla tek tek ilişki kurmanız kolaylaşıyor.
 
SP: Evet. Bir film gibi belki. Bu sergininde bir bütün olarak okunması gerektiğini düşünüyorum ben de.
 
DY: Eminim burada izleyiciye çok açık bir yön tarifi vermiş olduk. Bizimle serginin detaylarını paylaştığınız için tekrar teşekkür ederim.