Ortaköy, İstanbul
6 - 30 Nisan 2007

Sanatçılar: Aslımay Altay, Ceren Oykut, Dilek Winchester, Elif Çelebi, Genco Gülan, Gonca Sezer, Gül Ilgaz, Mehmet Ali Uysal, Minna Henriksson, Murat Morova, Nancy Atakan, Neriman Polat, Nezaket Ekici, Silvia Erdem, Vanessa Garcia, Volkan Aslan, Yasemin Özcan Kaya ve Yeşim Ağaoğlu.

Sahibinden Manzaralı’, genel olarak gazete ilanlarından aşina olduğumuz bir tanım. Bu tanımı sergiye başlık olarak verme fikri, serginin kurulduğu mekanının kullanım hakkını, mülk sahibi ile belirli bir süre için paylaşmaya yönelik karşılıklı anlaşma durumundan doğdu. Beklenmedik bir sırada elde edilen geçici misafirlik -birliktelik- olanağının yanı sıra, sergi mekanının sahip olduğu kentsel manzaraya karşılık, sanatçılar tarafından yaratılan bir ‘durum’ manzarası sergide yer alan işlerin ortak paydasını oluşturdu. Serginin çıkış noktası, nesnel sonuçlara bağımlı olmaksızın bir araya gelmek ve iletişim kurmak için yapılan ‘yaratıcı dayanışma’ fikriydi. Böylelikle, günümüz sanat ortamının farklı bağlamlar içinde oluşan algılama ve düşünme biçimleri, güncel sanat üretimleri aracılığıyla bir araya geldi. Estetik normların yanı sıra eleştirel yaklaşımları barındıran ve samimi bakış açılarıyla mesajlar üreten sanatçılar, geçici bir mekanda, geçici bir süre için konumlandı.

Serginin alt metninde ise yaşamımıza ilişkin çok daha geniş perspektife sahip bir manzara vardı. Biliyoruz ki, sergide yer alan sanatçıların söylemlerine ait durumsal manzaralara karşılık, içinde bulunduğumuz dönemin hakim manzarasında toplumsal acılar, kişisel dramlar biçiminde yaşanıyor. Umutsuzluk, kuşkular, endişeler ve gerginlik, konformizmin hızlı dolaşımının getirdiği ‘unutuş’ tarafından çevreleniyor. Tüm düzenekler, incelikli biçimde aktüel/medyatik olana, yalnızca anlık/günlük olana indirgenerek hafızasızlığı besliyor. Sanatçılar, bellek yitimine karşı zihinsel savunma reflekslerini, uyanıklık ve yaratıcılıklarıyla ortaya koyuyor. Bugün, sanatçılar, ortak değerleri ve sorunları gündeme getiren yeni ve melez varoluş biçimlerini simgeliyor. ‘Sahibinden Manzaralı’ başlıklı sergi de, katılımcılığı içeren ve günlük yaşama, yaratıcı duyarlılıkla katkıda bulunmak isteyen üretimlerden oluştu. Sergi, bir bakıma başka zaman/mekan/koşullarda kolayca ifade edilemeyen umutları dışa vurmaya çalıştı ve belki de sadece birlikte olmanın, bu aşırı bireyselcilik zamanına verilen sanatsal bir cevap araştırması olduğunu ileri sürdü.

Çünkü, bir arada olmak, her birimizi ve yer değiştiren kimliklerimizi ortak deneyimlerde birleştirebilir ve gerekli bir iyimserliğin gerçekleşmesine dair umutları yeşertebilir.

Derya Yücel
Sergi Yapımcısı

Bu sergide Aslımay Altay, geleneksel yapım tekniğiyle hazırladığı yorganlarını mekanın duvarlarında sunar. Yorganlar, günümüzün modern endüstri üretiminde hızla silinen bir geleneğin izlerini taşımaktadır. Tarihi yarımada ve Galata kulesi ile tanıdık İstanbul silüeti, sanatçının yorumuyla yorganların üzerine işlenmiştir. Ceren Oykut, sergi mekanında yer alan bir odanın pencerelerini “Perde” adını verdiği desenleriyle kaplar. Sanatçı, aydınger üzerine klasik çizim yöntemiyle oluşturduğu ‘kent’ manzaraları ile şehir sakinlerinin günlük yaşamlarını kaotik bir dille bu desenlere aktarır. Karikatür ve minyatür etkilerinin belirgin olduğu çalışmalarında sanatçı, hiciv ve mizah içeren sahneleri, sanatın temel biçimi olan desenle ortaya koyar. Dilek Winchester’ın “Amca Kızı” adlı çalışması, ‘Likör ve Çikolata’ kitabının, bu sergi için özel olarak kitaptan ayrı düşürülmüş bir sayfası ve bu sayfadaki metne eşlik eden bir dürbün ve bir fotoğraftan oluşur. Kitap, psikodramatist Arzu Soysal ile birlikte yapılan bir çalışmanın sonucunda ortaya çıkar. Psikodrama tekniklerinden esinlenerek kurgulanan bu oyun, 2006'da bir dizi misafirlik sırasında ev sahipleriyle oynanır. Oyunda, oyuncu kendisini ve aile bireylerini temsilen birer sebze ya da meyve seçer. Kitap, bu sürecin belgelenmesiyle ortaya çıkan natürmortvari fotoğraflar ve metinlerin düzenlenmesinden oluşur. Bu sergide yer alan kurgu-metinde anlatılan Zübeyde Abla’yı temsilen oyuncu, fotoğrafın merkezinde görülen dolmalık biberi seçmiştir.

Öncesinde mesken olarak kullanılan sergi mekanının sahip olduğu mutfak, Elif Çelebi’nin çalışmasıyla farklı bir bağlama yerleşir. Sanatçı, sıradan bir mutfakta karşılaşılabilir nesnelerin fotoğraflarını, mekanın mutfağına, yine olmaları gereken yerlere konumlandırır. Rafların üzerinde biblolar ve fincanlar, yerde duran bir saksı çiçek, buzdolabında tutulan çeşitli ilaçlar... olmaları olası yerlerinde sanki hala durmaktadır. Böylelikle sanatçının belleği ve imgeleri vasıtasıyla, mekanın sahip olduğu hafıza belirginleşir. Genco Gülan’ın ikiz serisinin bir uzantısı olan ve alman performans sanatçısı Angie Hiesl’in yapıtlarına referanslar taşıyan “2” isimli performans, izleyici / sergi / mekân / çevre ilişkilerini dönüştürmek üzere hazırlanmış, seyircinin aktif katılımını gerektiren basit bir oyundur. Öncelikle oyuna davet edilen izleyici, bu teklifi kabul ettiği anda gözleri kapatılarak iki kişiye dâhil olur. Bundan sonrasında katılımcı, sadece iktidarını yitirmez, subye özelliğini de yitirip objeye dönüşür. Lakin, bu kısa ve keyifli işbirliği ona küçük sürprizlerle hayal dünyasının kapılarını açmayı önerir. Mekâna özgü etkileşimli oyunda, sergi ve İstanbul (manzarası) işin parçası haline gelerek farklı bir algısal süreç vaat eder. Sergiye, “Kalbimi Sana Verdim” isimli fotoğraf-kompozisyon çalışmasıyla katılan Gonca Sezer’in yapıtı, şiirsel-estetik yaklaşımıyla kadın kimliği üzerinedir. Sanatçı, Hatay’da belgelediği kadın eli formundaki kapı tokmaklarını, gerçek kadın eli görüntüleri eşliğinde çoğaltarak hikayelendirir. Elinde kalp tutan eller, kadın olma durumunu, sanatçının yorumu ve duygusal bakış açısıyla gündeme getirir. Kimlik, aidiyet ve yaşama dair bir başka çalışma ise Gül Ilgaz’ın “Tutunmak” isimli yapıtıdır. Yapıt, sergi mekanını boğaza bakan bir odasının penceresinde izleyiciyi karşılar. Sanatçının, kendi fotoğrafının bir tül perde üzerine dijital yöntemlerle aktarıldığı çalışması, dingin biçimine karşıt olarak sert söylemi barındırır. Çünkü, yaşama, zamana ve sanata tutunmak keskin ve güçlü bir kararlılığı gerektirmektedir. İzleyicinin görsel algısını bozmak ve yeniden kurgulamak üzerine yapıtlar üreten Mehmet Ali Uysal, “Aşkın ‘E’ Hali” isimli yerleştirmesinde, ahşap malzemeden oluşturduğu kırmızı heykelini bir ayna üzerine yatay olarak yerleştirir. İzleyici, dikkatle baktığı anda heykel, aynada yansıyan görüntü ile birleşir ve ortaya ‘kalp’ formu çıkar. Sanatçının, mekanın pencerelerinden birine yerleştirdiği kağıttan uçak yapıtı da görsel algıyla oynamaktadır. Gökyüzünde asılı kalmış uçağın bir yarısı mekanın içinde diğer yarısı ise camın diğer tarafındadır. Helsinki’den sergiye katılan Minna Henriksson, 2005 yılında, Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi’nin misafirlik programı süresince İstanbul sanat ortamını gözlemler. Bu sürecin sonucunda karmaşık ilişkilerin, güçlü pozisyonların, merkez kişilerin etrafında şekillenen ilişki biçimlerinin ve sanat ortamı dedikodularının yer aldığı bir ‘ilişkiler haritası’ ortaya çıkarır. Elbette bu harita, sanatçının gözleminin dışında, duyduğu hikayeler ve anlatılan olay/durumları da kapsar. Bu sergi için ise sanatçı, hala devam eden deneyimlerini aynı harita üzerinde güncelleştirmiştir.

Murat Morova, Atik Valide Külliyesi’nin bir bölümü olan, ayrıca çok sayıda aydının uzun yıllar tutuklu olarak kaldığı ve bugün bir sanat merkezi olmak için hazırlanan eski Üsküdar Toptaşı Cezaevi’nde, rastlantı sonucu karşılaştığı bir planın görüntüsünü sergi mekanına taşır. Dijital baskı olarak izlenen iki aynı fotoğrafta “You Are Here” ifadesi okunur. Ne var ki, bu ifade şeffaf malzeme üzerinde izlenen çalışmada anlam değiştirmektedir. Çünkü, fotoğraflardan birinde görülen yer aslında burasıdır. Görülen mekan - düşünülen mekan- algılanan mekan, bir anda sosyal ve kültürel değerlerle kurgulanan karmaşık kodlara dönüşür. Sergiye iki ayrı çalışması ile katılan Nancy Atakan, “34 Numaralı Oda” isimli yerleştirmesinde, gündelik yaşamı sanatsal ortama dönüştürür. Sanatçının, özel yaşama ait ve dişil olarak tanımladığı yataklar, mutluluk, acı, zevk, erotizm, hastalık, öfke, sadakatsizlik, masumiyet, doğum ve ölüm anlarına tanıktır. 104 yatak fotoğrafının bir duvar gibi örüldüğü ve arkasında yeni bir odanın, yeni bir yatağın oluşturulduğu yerleştirme, sanatçının, yaşamı boyunca yattığı yatakları bize gösterir. Bir otel odasını andıran yerleştirme, özel bir anın paylaşımı, sanatçıya ait bir günlüğün okunması gibidir. “A Sea of Possibilities” ise, Nancy Atakan’ın yazdığı bir şiir/metin ve bu metnin 5 ayrı kişi tarafından yapılmış olan tercümelerinden oluşan bir kitap-yerleştirmedir. Çalışma, tam anlamıyla tarafsız/nesnel olmanın olanaksızlığı ile öyküsel gerçekliğin boyutlarını bize sunar. Çünkü, çevirilerin hiçbiri diğerleriyle uyuşmaz ve birbirini tutmaz. Araç, dil ve söylem arasına mesafe yerleştirir. Bu mesafe, diğer taraftan değişkenlik gösteren farklı bireysellikleri kutsar ve onun vasıtasıyla ortaya çıkabilen sınırsız olasılıklara da işaret eder. Çünkü, ya reddedilen ya da kabul edilen seçimler imkanları belirler.

Tek kişilik bir yatak, eski bir soba, duvarda bir iki fotoğraf, ıvır zıvır eşyalar ve bir televizyon, mekanın, karanlık, ‘manzarasız’ bir odasında izleyiciyi karşılar. Televizyonda mekanı belirsiz bir koridorda gidip gelen ve elindeki boş silahı arasıra başına dayayıp tetiğine basan bir kadın görülür. Görüntüye eşlik eden kadın sesi, Ahmet Kaya’nın bilinen bir şarkısını söylemektedir... Neriman Polat’ın, “kafama sıkar giderim” isimli videosu, bekar odasının ağırlığı ve şarkının acıyla karışık sözleri ile başka yaşamlara, yaşananlara açılır. Şarkı, gittikçe bir iç sese hatta bir direnişe dönüşür... Sergide yer alan bir başka video da Nezaket Ekici’ye ait “Ammo” isimli videoperformanstır. Görüntüde, sanatçının ellerinde ağır ağır hareket eden ve ekranı dolduran beyaz bir balon izlenir. Kırmızı tırnaklarla balonun beyazlığı hem görsel bir karşıtlık hem de tanıdık çağrışımlar oluşturur. Balon, ekranda görülen eller tarafından son derece ağır hareketlerle sıkılır, kulak tırmalayan seslerin etkisi ile izleyicinin bekleyişindeki gerilim gittikçe artar. Tırnakların balona saplanması ile silah sesini çağrıştıran bir patlama duyulur. Patlayan balonun ardında askeri kıyafetler içinde sanatçı belirir ve izleyici, bir anda absürd bir durumun ortasında kalır. Kısa sürede bu durum, ani bir değişime uğrar, çünkü absürdlük, beklenmeyen radikal bir anlamla yer değiştirir. Balonun masum görüntüsüne karşın yarattığı gerilim ve patlama, savaş karşıtı bir bağlama yerleşmiştir.    Bir süredir üretimlerini sürdürdüğü ‘su’ yapıtlarıyla bu sergide yer alan Silvia Erdem’in, mekanın denize bakan bir odasının iki duvarınında oluşturduğu su desenleri kompozisyonu yine suyla karşı karşıya konumlanır. Sanatçının, kağıt üzerine grafit, çizimden fotoğraf, duratrans (ışıklı kutu) gibi karışık malzemelerle ürettiği yapıtları, içeriğine de uygun olarak son derece minimalist, yalın ve duru biçimlere sahiptir. Üslubun, incelik ve zarifliği, izleyiciye tuhaf bir dinginlik ve huzur hissi verir.

Gerçeği dolaysız sunan ve oldukça kederli bir video çalışmasıyla sergide yer alan Vanessa Garcia’nın siyah beyaz filminde, yerde uzanmış ve uyuyor gibi görülen çıplak bir kadın izlenir. Kamera, kadının bedeni üzerinde gezinmekte, ara sıra beliren şehir görüntüleri ve fonda duyulan müzik, filme ayrıca dokunaklı bir duygu katmaktadır. Film aslında, 1925 yılında alman fotoğrafçı Hazel Walker’ın Meksika’da bir morgda yakaladığı bir görüntüdür. Garcia’nın kolaj yöntemleriyle film olarak düzenlediği fotoğraf, intihar etmiş olan kimliği belirsiz bir kadına aittir... Nesneyi yüceleştirmek yerine, gerçek ve geçici olanda anlam yakalayan Volkan Aslan’ın oyunbozan tavrı bu sergide de kendini gösterir. Bir yapıt üretmektense, mekanda, halihazırda bulunan bir nesneye anlam yükleyen sanatçı, bu kez boş bir odada duran bir ampulu, olmaması gereken bir biçimde düzenler. Tavandan aşağıya sarkan, zeminde birbiri içine geçmiş metrelerce kablonun ucunda sürekli olarak yanan bir ampul, odanın ortasında öylece durmaktadır. Kırık dökük boş bir odanın ortasında yanıp duran ışık, dış dünyayla bağlantı kurmayı reddeder, izleyicinin kapıdan içeriye girmesine izin vermez. Ancak kapının penceresinden izlenebilen çalışma, tekinsizliği, koruduğu mesafesi ve yalnızlığı ile derin bir duygusal çöküntüye işaret eden “depresyon” ismini üzerinde taşır. Böylelikle, sanat yapıtı olarak hazır-nesne, bir aracı ve bir simge olma işlevini sürdürür.

“Dünya Siyasi / ölçek 1/2007” isimli çalışması ile Yasemin Özcan Kaya, gergin ve her an çatlamaya hazır görünen karpuz fotoğrafıyla, dönüşümü zor ve sancılı bir süreçten geçen dünyaya atıfta bulunur. Çalışma, yalnızca toplumsal ve eleştirel değil aynı zamanda varoluşsaldır. Sanatçı, insanlıktan uzak olan modern dünyada, insanlıktan uzak toplumsal rolümüzün tek yaşam ve kimlik olma durumunu reddeder. Cesur bir adım atarak, gündelik yaşamın kendi varoluşu üzerindeki yıkıcı etkisini metaforik bir dille izleyiciye aktarır. Sanatçının, beklenmeyen bir noktaya gizlediği ve görülmesi çaba gerektiren diğer bir çalışması ise “Seyirci Kalmak” isimli fotoğraftır. Yasemin’in bir önceki çalışmasıyla bağlar kuran bu fotoğraf, yalnızca anlık/günlük olana indirgenen yaşama, kendinden başka herkese ve toplumsal olaylara karşı gösterilen kaba umursamazlığa ayna tutar. Günümüzün kitle toplumuna nüfuz eden kayıtsızlık, sineklerin çiftleşmesi sahnesinde, ironiyle karışık suçluluk duygusunu açığa çıkarır. Yeşim Ağaoğlu, biri, sergi mekanına özgü bir fotoğraf/yerleştirme, diğeri rastlantısal bir andan yola çıkarak oluşturduğu düzenleme ile sergide yer alır. Sanatçının rastlantısal olarak fotoğrafladığı çalışmasında, yarım kalmış bir inşaatta, bir binanın üzerinde devasa harflerle Atatürk’ün “Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir” ifadesi okunur. Bu görüntü kopyalanarak çoğalır ve sergi mekanının bir duvarını kaplar. “Hey gidi günler hey”, çalışmasında ise sanatçı, sergi mekanı olarak kullanılan alanın değişikliğe uğramadan önceki görünümünü fotoğraflar yoluyla saklayıp korur. Bu fotoğrafları, yine mekanda sergi öncesinde varolan eski bir aynalı etajer üzerinde sergiler. Mekanın dönüşen belleği fotoğraflar ve eşyalar aracılığıyla görünür hale gelir. Sanatçı, gerçek işlevinden koparılmış bu aynada, yok oluş ya da dönüşüm anını sahte de olsa uzatmak ve paylaşmak ister.