Aykut Barka Vapuru, İstanbul Boğazı

21 Eylül - 14 Ekim 2005

Katılan Sanatçılar: Neriman Polat, Denizhan Özer, Murat Morova, UluçAli Kılıç, Yasemin Özcan Kaya, Berna İpek, Gül Ilgaz, Genco Gülan, Nermin Er, Nezaket Ekici, Mehmet Demirtaş, Deniz Aygün, Volkan Aslan, Burcu Arısoy

Türkiye’nin 200 yıllık çağdaşlaşma programı içinde yüzünü batıya dönmesi, sanat alanlarında da kendini hissettiren, batıya koşut eğilimlerin ortaya çıkmasına yol açtı. Batı sanat merkezlerinin ilgisi ise yakın geçmişe kadar doğunun egzotik, mistik ve yabancı oryantalizmi üzerine odaklıydı. Bugün artık sanatçılar “uluslararası sanat” olgusu içinde yerlerini almaktalar. Ne var ki Türkiye’nin doğu ve batı arasında köprü konumunda olması, Türk çağdaş sanatını da her seferinde bu değerlendirme üzerinden yeniden yorumlanmak durumunda bıraktı. Çağdaş sanat sistemi çerçevesinde, İstanbul Bienalleri de dahil olmak üzere İstanbul’da yapılan çoğu sanat etkinliği genel olarak doğu-batı arasındaki köprü tanımı üzerinden tarif edildi ve toplumsal/coğrafi belleğin itkisiyle geleneksel güncel olanla birleştirildi. Dünyada ise, kapitalizmin ve neo-liberal politik sistemin güç birliği olarak değerlendirilen küreselleşme, “uluslararası sanat” modelini ortaya çıkardı. Sanat eleştirisi, dergiler, söylem endüstrisi, internet, konseptler, temalar gibi temsiliyetler aracılığı ile adapte edilen “çok kültürcü uluslararası sanat” olarak bahsedilen kültür modeli ise güç sisteminin bir parçası olarak sosyo-kültürel strateji ve ideolojiler ile geliştirildi. Belki de yerel kültürlere dayatılan modellerin bir benzeri olan “doğu-batı” modeline eklemlenen bir dizi sanat projesinin yaratıcıları ya da katılımcıları haline gelmemiz, coğrafi bir simge haline gelmiş (veya getirilmiş) olan İstanbul üzerinden yükseldi.

Bizler, elbette doğu ve batı arasındaki bu coğrafyadayız. Önümüzdeki günlerde ise AB yolundaki girişimleri şekillenecek olan Türkiye, batıya daha yakınken bir yandan da ılımlı İslam anlayışıyla Ortadoğu’nun büyük bölümüne model oluşturmakta. Sosyo-ekonomik, coğrafi ve politik anlamda böylesine stratejik bir noktada, sanatçının kendini tarif etmek üzere giriştiği her eylemin ikilemli bir cevaba yönelmesi kaçınılmazdır. Doğu-batı temsiliyet biçimleri ve güç meselesine tekrar geri dönecek olursak, ikilemli cevapları doğuran soruları yine gözden geçirmek zorunda olduğumuz açıktır. Günümüzde sanat, geçmişte irdelenen doğu-batı sentezinden ötede, ülkenin siyasi, politik ve ekonomik gelişimine koşut olarak evrensel boyutlarda kültürel bir gücün simgesi haline gelebilmiş midir? Ya da Deleuze’un savunduğu gibi “karşısına gelene kendini empatiyle benimsettirerek küresel bir vizyon geliştiren “güç”ün temsiliyet biçimlerini tamamen kabullenmiş durumda mıyız? İçinde bulunduğumuz sanat ortamında bizler, uluslararası sanatın steril, gösterişli, politik olarak belirlenmiş günümüz temsiliyetleri karşısında bir mücadele biçimi üretebiliyor muyuz?

Bu sergi, belki de koruyucu savunmalar ya da karşı yanıtları ortaya çıkarabilmede bir direnç ve mücadele alanı oluşturabilecektir. Çünkü, bugün çağdaş Türk sanatı, artık doğu-batı sentezinden doğan bir temsiliyetle tarif edilemez konumdadır. Serginin, Avrupa ve Asya yakalarını birbirinden ayıran İstanbul boğazının iki yakası arasında işleyen ‘Aykut Barka’ isimli vapurda düzenlenmesi, doğu ve batının ortasında olan bizler için sembolik bir anlam taşımaktadır. Ayrıca, sergi süresince insanların gün boyunca bir ulaşım aracı olarak da kullanacakları vapur, işlevsel kimliğini yitirmeden, yeni bir kimlik, bir sanat mekanı kimliği kazanmış olmaktadır.

14 sanatçının, resim, fotoğraf, enstalasyon, video ve performanslarıyla katıldıkları “İki Yaka Arasında”, içinde yer alacağı mekanın simgesel gücüne rağmen herhangi bir bölgeyi, sanat üretimini veya herhangi bir kuşak ve sanatsal eğilimi temsil etmemektedir. Kentin imgesel gücünün ötesinde, mekansızlığın aidiyetsiz boşluğuna işaret edecek olan sergi, belleğin ne doğuya ne de batıya tamamen ait olmadığı gibi yüzünü hem doğuya hem de batıya çevirerek iki yaka arasında sürüklenecektir. Aslında tam da bu noktada sanatçının rolü gündeme gelir. Gittikçe küreselleşen dünyada sanatçının “yabancı”  konumu, karaya kısa süreli bağlılıklar ve geri dönüşlerdeki, huzursuz beklentileriyle karşılaştırılabilir.

Sanatçının aidiyet arayışı onun sanatsal ifade arayışıyla bütünleşmekte ve toplumla olan diyaloğunu şekillendirmektedir. Bu anlamda “İki Yaka Arasında”, sanatçının toplumsal hesaplaşmasına da alan açmaktadır. Serginin kamusal bir mekanda gerçekleşmesiyle sanatçı, sanatın değiştirebilir gücünün fark edilmesi ya da en azından tartışılması için bir kapı aralamış olacaktır. Kamunun kullanımına ait bir mekanda, sanatın toplumla dolaysız karşılaşması, çağdaş sanat üretimine çok da aşina olmayan kamu için beklenmedik gelecektir. Bu anlamda farklı bir deneyim alanı oluşturacak olan sergi, sınırlı sayıda izleyiciye ulaşabilen ‘güncel sanat’ın toplumla kurduğu (ya da kurmaya giriştiği) ilişkilerin değerlendirilebilmesi açısından önemli bir gözlem alanı oluşturacaktır.

Sanatın “ne” olduğunu onaylayan ve sunan kurumların dışında, hatta bir sanat yapıtıyla karşılaşılması beklenmeyen bir mekanda kamunun tepkisi ya da talebi ne olacaktır? Bunu gözlemleyen, öngören ve değerlendiren sanatçının üretimi kamusal talebi göz önünde bulunduracak mıdır? Kimlik, temsil, modernlik, bellek ve aidiyet üzerine söylenecek sözler, bireysel yaratıcılıkla, toplumsal anlayış ve yaşayışın sürdüğü bir mekanda buluşarak gerçek anlamlarını ortaya koyacaklardır.

DERYA YÜCEL

Eylül 2005, İstanbul