ÇAĞRI SARAY & DERYA YÜCEL
Mart 2015, İstanbul


Kişisel’den Toplumsal’a Bir Günlükten Sayfalar

Çağrı Saray, “Eksilen Zaman” başlığındaki kişisel sergisiyle, 3-30 Nisan 2015 tarihleri arasında Galata Rum İlkokulu’nda izlendi. Galeri temsiliyeti ya da küratöryal bir sunumun olmadığı, son yıllarda alternatifi pek de görülmeyen, steril sergilerin dışında bir yöntemde ve mekanda gerçekleşen bu sergi, sanatçının yoğun ve derin pratiği hakkında aydınlatıcı bir izlek sunmasıyla dikkat çekti.


Derya Yücel: Çalışmalarını hafıza, tarih, mekan kavramları üzerine inşa eden bir sanatçısın. Neredeyse 15 yıllık üretim sürecini izlediğimiz bu serginin de geneline sinmiş olan bir duygudan başlayabiliriz. Bu da, yapıtlarının, satır aralarında toplumsal belleğin kaydını tutan kişisel günlükler gibi işlemesi diyebilirim. Öyle ki içinde yer aldığı mekanın kendi hafızasını da ince bir katman olarak taşıyan ama bunu yaparken de uygun mesafeyi alabilen bir kurgu oluşturmuşsun. Yüklü, yoğun ve bir o kadar da mütevazi bir sergi olmuş. Küratörsüz, sponsorsuz, galerisiz bir temsil son yıllarda mümkün görünmüyorken hem de.

Çağrı Saray: Sanat ortamında son on-on beş yılda gelişen “piyasa” koşulları, kendi kurumlarını, aktörlerini, trendlerini de yarattı. 2000’li yılların başında bugün alternatif diyebileceğimiz oluşumlar, mekanlar, inisiyatifler ve ağlar varken, bu yapı gittikçe daha ticari bir yapıya doğru evrildi. Diğer yandan yalnızca piyasa koşulları değil aynı zamanda kentsel dönüşüm, soylulaştırma gibi politikalar sonucunda da alternatif mekanların yok olmasıyla karşılaştık. Evet, aracısız var olabilmek, sanat üretimine devam etmek için her zaman çaba ve direnç gerekiyor. Bugün, senin de dediğin gibi bunun dışında durabilmek mümkün görünmese de imkansız değil. Konforlu ve kolay bir süreç olmadı ama ben de bu serginin güçlü yanlarından birinin de bu durum olduğunu düşünüyorum. Herhangi bir sponsor, kurum aracılığı ya da küratör olmaksızın gerçekleşmiş olması.

Derya Yücel: Sergi sürecinden bahseder misin? Galata Rum Okulu’nun mimari yapısı, mekansal hafızası ve konumu senin için belirleyici oldu mu? Çünkü, bu mekanın kendiliğinden anlamlı bir kabuk oluşturabilecek etkisi var. Belki de serginin bütününde hissedilen, mekan ve işlerin dengeli diyaloğunun kaynağı budur diye düşünüyorum.

Çağrı Saray: “Eksilen Zaman”, benim iki yıldır üzerinde düşündüğüm ve çalıştığım bir sergi projesiydi. İşlerin ölçeği ve serginin kapsamı nedeniyle geniş espasa sahip bir mekana ihtiyacım vardı. Bu özelliklere sahip olan mekanları düşünürsek aslında elimde çok da fazla alternatif yoktu. Sonucunda hem mekan, hem takvim olarak Galata Rum İlkokulu sergiye ev sahipliği yapmak için uygundu. İşlevini sürdüremeyen, kullanılmayan, öğrencisi olmayan ama hala sınıfları, sıraları ve işlevsel özelliklerini üzerinde taşıyan bir mekan olarak etkiliydi. Bir bakıma senin de söylediğin gibi bu mekanın fiziksel özellikleri bana zaman içinde donmuş bir an yarattı. Bu nedenle işlerle hiç de yapay olmayan bir diyalog kurabildi. Tabi bu diyalog benim yine sergi hazırlık sürecinde yaptığım mekansal kurgunun da sonucunda güçlendi diyebilirim. Hangi işin nerede konumlanacağı, hangi işlerin nerede yan yana geleceği ve izleme rotasında anlamlı bir okumanın nasıl olacağı da sergiyi yerleştirme sürecinde üzerinde çalıştığım meselelerdi. Serginin kurgusunu aylar önce yapmış olsam da tabi beş günlük kurulum yine de zorlu geçti. Ama yakınlarım, sanatçı arkadaşlarım ve öğrencilerim bu süreçte bana destek oldular. Özellikle öğrencilerim için de bir sergi kurulumunda deneyim kazanmaları açısından verimli bir süreç oldu. Aslında mekansal kurgununun her aşaması fikir alışverişleriyle, karşılıklı önerilerle oluştu, konuşarak olgunlaştı diyebilirim.

Derya Yücel: Kurumdan, destekçiden ve sponsordan bağımsız bu sergide küratöryal bir destek almaman da bilinçli bir tercih ya da bir tavır mıydı peki? Çünkü, sanat alanında uzun zamandır varolan ve pratiği takip edilen bir sanatçısın, seninle paralel tavırları ve düşünsel perspektifti paylaşan, hatta daha önce de çalışmış olduğun, kendi kuşağından çok sayıda küratör var. Onlarla kurabileceğin bir ortaklıktan özellikle mi uzak kaldın?

Çağrı Saray: Bu sergi için evet, küratöryal bir işbirliğinden özellikle uzak durdum. Bu tür bir sergide kendimle başbaşa kalabilme fikri daha uygun geldi ki çok uzun bir periyodta üretilmiş olan çok sayıda işi kapsayan bir sergi olduğunu düşündüğümüzde bu süreçte yalnız olma fikri kendimi daha iyi hissettirdi. Benim de 2000’li yılların başından itibaren kurum dışı çok sayıda sergi yapmış ya da iştirak etmiş bir sanatçı olarak içerikle serginin nasıl bir forma dönüşeceğine dair deneyimlerim olmuştu. Belirli bir süreçte ortaya çıkmış olan bu işlerle dolaysız bir yüzleşme ve belki de yeni bir başlangıç da yapabilmek için böyle bir tercihi benimsedim.

Derya Yücel: Mekan ve işlerin dengeli diyaloğu üzerinden biraz da sergide yer alan işlerinden konuşmak isterim. Bu mekana özgü bir üretimin olmadığı halde, hatta çalışmaların zamandizinsel çeşitliliği de göz önüne alınırsa mekanla diyaloğu yakalayabilmiş olmak aslında içeriğe özgü bir tutarlılıktan kaynaklanıyor bana göre. Bu da kişisel hafızaya, bireysel bir günceye, toplumsal andaçlara dönük kimi zaman mesafeli, bazen gerçek üstü ya da şiirsel ama çoğu zaman da tanıdık imgelerin yakalandığı bütüncül bir hikaye kurabilmiş olmanla ilgili. Hepsini ayrı ayrı değerlendirmemiz burada zor olsa da bana göre bu yöndeki okumamı güçlendiren işlerini sıralayacak olursam; 1998-2000 yılları arasında yaptığın çizimleri, tuval re­simlerini ve üç boyutlu nesne-düzenlemeleri içeren Bellek Kutuları, hafızaya yönelik ipuçları, çocukluk anıları ve gündelik yaşamla ilgiliydi. Ya da 12 resimden oluşan ve yakın tarihimize, toplumsal belleğimize dair hem mimari olarak yapıların imgelerini yeniden yarattığın Bellek Mekanları, belirli bir kimliği ve aidiyeti temsil eden 4/12: Bir Ev’in topografyası gibi...

Çağrı Saray: Hepsi birbirinden farklı mediumlarda üretilmiş işler olsa da, aslında kendi pratiğimde üzerinde durduğum kavramlar bellek, kimlik, kişisel ve toplumsal tarihlerin kesiştiği alanlar; yapılış tarihleri ve mecraları farklı olan bu işlerin hepsini birbirine bağlayan ana bir gövde gibi. Aynı şekilde Galata Rum Okulu’na da baktığımızda aslında bu kavramların hemen hepsi bu kurumu tarifleyen kodlar oluşturuyor. Bazı odalarda işlerimle paslaşan, hatta onları anlamlı bir biçimde destekleyen öğrenci sıraları, küçük öğrenci tabureleri gibi nesneleri kullandım. Yani bir şekilde sergiyi kuruyorken işler ve mekanın diyaloğu kendi doğallığı içinde bir bağlam oluşturdu. Her şeyden öte, “Eksilen Zaman”, kapsamlı bir kişisel sergi olarak, benim için biraz da uygun yerde ve zamanda kendi sürecimle yüzleşme ve uzun bir dönemi kapsayan düşünce ve üretim yöntemlerimi ortaya koyabilme olanağını sundu.